SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

EDEB BAHSİ

<< 5070 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ يُونُسَ حَدَّثَنَا زُهَيْرٌ حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ ثَعْلَبَةَ الطَّائِيُّ عَنْ ابْنِ بُرَيْدَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَنْ قَالَ حِينَ يُصْبِحُ أَوْ حِينَ يُمْسِي اللَّهُمَّ أَنْتَ رَبِّي لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ خَلَقْتَنِي وَأَنَا عَبْدُكَ وَأَنَا عَلَى عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ أَبُوءُ بِنِعْمَتِكَ وَأَبُوءُ بِذَنْبِي فَاغْفِرْ لِي إِنَّهُ لَا يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلَّا أَنْتَ فَمَاتَ مِنْ يَوْمِهِ أَوْ مِنْ لَيْلَتِهِ دَخَلَ الْجَنَّةَ

 

(İbn Büreyde'nin) babasından (rivayet edildiğine göre) Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

 

"Her kim sabaha yahut da akşama eriştiğinde: 'Allahumme Rabbi lâ ilahe illa ente halaktenî ve ene abduke ve ene alâ ahdike ve va'dike mesteta'tü, eûzü bike min şerri mâ sana'tü ebû'u bi ni'metîke ve ebû'ü bizenbi fağfirli innehü lâ yağfirüzzünûbe illâ ente

 

Meali:

------------

(: Allahım sen Rabbimsin, senden başka ilah yoktur, beni sen yarattın ben senin kulunum ve gücüm yeterince ahdin ve va'din üzerindeyim. Yaptığım kötülüklerden sana sığınırım (üzerimdeki) nimetlerini ve günahlarımı itiraf ederim. Beni affet. Çünkü günahları ancak sen affedersin)

------------

 

der de (o günün) gündüzünde veya gecesinde ölürse (mutlaka) cennete girer."

 

 

İzah:

Buhari, Daavat; Tirmizî, Daavât; Nesaî, istiâze; İbn Mâce, dua; Ahmed b. Hanbel IV. 122, 125, V. 356.

 

Buharî'nin rivayetinde Resulü Zişan efendimizin  mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte öğretilen  istiğfar için "Seyyidül istiğfar (istiğfar dualarının efendisi)" tabirini kul­landığı ifade edilmektedir. Fahr-i kainat efendimiz bu tabiriyle "nasıl ki bir kavmin reisi o kavmin her türlü sıkıntılarında başvurduğu bir merci ise bu duada dünyada başı sıkılan, sırtında taşıdığı günah yüklerinin ağırlığı altında duyduğu sıkıntıdan ve bunalımdan kurtul­mak isteyen kimselerin merciidir" demek istemiştir.

 

Kıymetli ilim adamlarımızdan Kamil Miras efendi mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifi açıklarken şöyle diyor:

 

"Müellif Buhari, bu hadisin başlığında Nuh sûresinin dokuzuncu âye-tiyle onu takib eden âyetleri ve bir de Al-i İmran suresinin yüz otuzbeşin-ci âyetini zikretmiştir ki; Nuh suresi âyetlerinin mealleri şöyledir:

 

"Sonra hem ilan ederek onlara söyledim. Hem gizliden gizliye söy-ledinı onlara... Dedim ki: Gelin Rabbinizin mağfiretini isteyin. Çünkü o Gaffardır (mağfireti çok boldur, Rabbimizin mağfiretini dilediğiniz takdirde Allah) üzerinize bol bol yağmur suyu verir.

 

Hem Mallarınızı, hem de oğullarınızı çoğaltır ve size bahçeler ya­ratır size ırmaklar akıtır."[Nuh 9-12]

 

Bu sure-i şerifede bildirildiği üzere Nuh'un kavmi Vedd, Süva, Yegus, Ye'ûk, Nesr adlarında bir takım hayvanları temsil eden putlara taparlardı. Hz. Nuh, kavmini bunlardan men edip yalnız Allah'a ibadet ve ona itaat etmelerini tebliğ ve gece gündüz bu da'vetle meşgul olduysa da bir türlü müessir (etkin) olamamıştı. Rivayete göre bunun üzerine Cenab-ı Hak, Nuh'un kavminden kırk sene yağmuru esirgedi. Kadınlarını da kısır bı­raktı. Bunun üzerine Hz. Nuh tercümesini sunduğumuz ayetlerde haber verildiği üzere kavmine istiğfar etmelerini ve bu suretle kendilerine yağ­mur ve evlad ihsan olunacağını ve bu sayede refah ve saadete kavuşacak­larını tebliğ etti. Bununla da uyanmadıklarından kendilerine tufan alame­ti gönderildi.

 

Müellif Buhari, Hz. Nuh'un isyankâr kavminin vaziyetine tercüme et­tiğimiz âyetlerle işaret ettikten sonra da Muhammed ümmetinin dua ve is­tiğfar hakkındaki mütaveatkârâne hallerini tasvir eden Ali İmran suresi­nin şu mealdeki âyetini zikretmiştir:

 

"Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman Al­lah'ı anarak hemen günahlarının bağışlanmasını isterler, hem de iş­ledikleri günahda bile bile ısrar etmezler."[Al-i İmran 135]

 

Bu iki sureden meallerini sunduğumuz âyetlerde istiğfarın yüksek fa­zileti tebliğ bu vurulmuş tur. Bilhassa, Nuh suresinde istiğfarın herşeyin el­de edilmesine vesile olduğu bildirilmiştir.,

 

Sa'lebî'nin beyanına göre Hasan-ı Basrî hazretlerine birisi gelerek fa­kirliğinden şikayet etmiş. Hazret ona "Allah'a istiğfar et" diye cevap ver­miş. Başka birisi de: Dua buyursanız da Allah bir oğul verse diye rica et­miş. Hz. îmam buna da: "Allah'a istiğfar et" demiş. Bir başkası daha ge­lerek kuraklıktan bahçesinin kuruluğundan şikayet etmiş. Buna da: İstiğ­far et, tavsiyesinde bulunmuş.

 

Mecliste hazır bulunanların Hasan-ı Basri Hazretlerine: "Ey Ustâd! Türlü şikayet ve başka başka dileklerde bulunanların hepsine de aynı tav­siyede bulundun, demeleri üzerine Hz. İmam - Ben bunu kafamdan atıp söylemedim. Nuh aleyhisselâm türlü âfet ve zaruretlere müptela olan kav­mine bunlardan kurtulmaları için "Rabbinize istiğfar ediniz" dediği Kur'anda hikayet buyurulduğundan mülhem olarak ben de bana müraca­at edenlerin hepsine istiğfar etmelerini tavsiye ettim" buyurmuştur ki; Hz. İmanın bu içtihadı bizim için de ibret alınmağa değer mahiyettedir ve her türlü sıkıntılı zamanlarımızda istiğfar ederek arınmak ve her çeşit maksa­dımızın husulü için Rabbimize müracaat etmek gerektir...

 

Pek ziyade mesûr olan bu istiğfar duası vaktiyle taşraların büyük cami­lerinde perşembe gibi eyyam-i mübarekede ikindi namazından sonra imam tarafından cemaatle birlikte okunurdu. Ne güzel adet idi."

 

Şârih İbn Battal'ın açıklamasına göre metinde geçen "gücüm yettiğin­ce ahdin ve va'din üzerindeyim" cümlesindeki ahd'den maksat: "Alla-hın insan neslini yaratmadan önce onları Adem aleyhisselamm sulbünden zerreler halinde çıkarıp: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?"[A'raf 172] şeklinde bir soru yönelterek onlardan: "Evet Rabbimizsin" cevabını almak sure­tiyle kendinin Rabb; onların da kullar olduğuna dair onları şahid tutup kendilerinin de bu şahidliklerinde sabit kalacaklarına dair aldığı söz ve ahiddir. Yine aynı cümlede geçen "va'd" sözünden maksat ise; Allah (c.c.) hazretlerinin Rasulü zişan efendimizin diliyle kullarına verdiği "Şirk koşmadan farzlarını yerine getiren kimseyi cennetine koyacağına" dair verdiği sözdür.

 

Buharî, cenaiz, istikrad, bedu'l-haik, rikak, istizan, tevhid; Müslim, iman , zekat; Tirmizî iman; Nesâî, eihad, İbn Mâce, zühd; Ahmed b. Hanbel, II, 426, IV, 345, 346, V, 152, 159, 161-162, 240-241, 416, 419, 423.

 

Hattabi'ye göre bu kelimelerle kasd edilen, kulun Allah'a bütün samimiyetiyle inanıp bu inancına uygun olarak, gücünün yettiğince kulluk görevini yerine getirmeye kararlı olduğunu itiraf etmesidir.

 

Hadis-i şerifte istiğfar duasının biri sabah biri de akşam olmak üzere günde iki vakitte okunacağı ifade edilmektedir ki, hadisin bab başlığı ile ilgili kısmı burasıdır.

 

Fahr-i kâinat efendimiz, ümmetine öğretmek üzere çok çok istiğfar et­miş ve: "Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah'a tevbe ve is­tiğfar ederim"[Buharî Daavât] "Amel defterinde bol bol istiğfar bulunan kimseye müjdeler olsun"[İbn Mâce, edeb] buyurmuştur.